Koşuya ve Müzik Ritmine Dair: Kerem Sedef ile Röportaj
Kerem Sedef, Türk müzik sahnesinin en dikkat çeken davulcularından biri. 1982 yılında İstanbul’da doğan Kerem, müziğe olan ilgisini babası Cevat Sedef’ten aldı. Müziğe küçük yaşlarda adım atan Kerem Sedef, lise yıllarında kurduğu "Popcorn" grubuyla sahne deneyimi kazandı. Ardından Ayna, Circus gibi gruplarla profesyonel müzik hayatına giriş yaptı ve en çok Model grubunun davulcusu olarak tanındı.
Ancak Kerem’in hayatında sadece ritimler değil, yeni keşfettiği bir tempo daha var: Koşu! Koşu camiasında birbirinden tanınmış isimler var, ancak bu dünyaya adım atan yeni bir isim de Kerem Sedef. Son dönemde koşuya ilgi duymaya başlayan sanatçı, antrenmanlarını adım adım geliştirerek koşuyu hayatına entegre etmeye çalışıyor. Müzikteki disiplinini burada da koruyarak, sporun getirdiği zihinsel ve fiziksel değişimi deneyimliyor.
Müzik kariyerini sürekli geliştiren Sedef, 2018 yılında "A Planı" adlı solo single çalışmasıyla vokalist kimliğini de öne çıkardı. Davulculuğunun yanı sıra meditasyon, yoga ve kişisel gelişimle ilgilenen sanatçı, müzikteki disiplinini hayatına da yansıtan isimlerden biri. Peki, Kerem Sedef müziğe nasıl başladı? Koşu ve müzik arasındaki dengeyi nasıl kuruyor? Yeni bir koşucu olarak yaşadığı deneyimler neler? Bu röportajda, onun müzikal ve sportif yolculuğuna dair tüm merak edilenleri konuştuk! 🎶🥁🏃♂️
Koşuya nasıl ve neden başladın? Seni buna iten şey neydi?
Açıkçası, koşmayı pek sevmezdim. Okan Süngü ile arada bir gece koşularına çıkıyordum veya İstanbul Maratonu gibi sosyal sorumluluk projelerine katılıyordum. Ancak pandemi döneminin sonlarına doğru bir gün YouTube’da Norveç’te doğada koşan bir adamın videosuna denk geldim. Manzara inanılmazdı! Derken arka arkaya saatlerce arazi koşusu videoları izledim.
Fikir olarak çok hoşuma gitse de, koşmaya başlamak konusunda hala net değildim. Ta ki 2024 Eylül ayında, Kuşadası’nda bir anda "Ben artık bunu yapacağım!" diyene kadar. (Evet, bu kararı almam 2-3 senemi aldı! 😆)
Özetle, doğayla iç içe olma isteği beni koşuya yöneltti. Bunun en güzel bahanesi de bir spor dalıydı. Üstelik koşu, beni konfor alanımdan çıkaracak tamamen yeni bir deneyimdi.
Koşuya yeni başladığında seni en çok şaşırtan şey ne oldu? Davul çalarken veya müzikle uğraşırken yaşadıklarınla nasıl benzerlikler fark ettin?
Ne kadar hantal olduğum! 😆 Koşu, düşündüğümden çok daha katmanlı bir spormuş. "Ayağına bir ayakkabı geçir ve çık koş" yöntemi bir yere kadar işliyor ama sonrasında doğru bir sistem gerekiyor. Önce, gerçekten koşmayı sevip sevmeyeceğimi görmek için bekledim. Sonrasında, bu işi doğru yapmak istediğime karar vererek seninle iletişime geçtim.
Harika bir ekip olduk! Seninle koşu programlamasını yaparken, Okan Süngü kuvvet antrenmanlarımı, Tahsin Can Hanay ise fizyoterapi sürecimi yönetti. Ama yine de koşuyu tam anlamam birkaç ayımı aldı. O yüzden kendime en iyi bildiğim yerden, yani müzikten yola çıkarak koşuyu anlamlandırmaya çalıştım.
Davul çalmayı öğrenirken yavaş çalışmanın çok önemli olduğunu biliyoruz. Çünkü aynı anda birçok şeyi kontrol etmemiz gerekiyor. Eğer süreci hızlandırmaya çalışırsak, pek çok detay gözden kaçıyor ve öğrenme süreci uzuyor. Sen de bana ilk başta "Uzun bir süre sıkılacaksın" demiştin. Antrenmanların tek düze olacağını ama bunun ilerlemem için gerekli olduğunu anlatmıştın. Tabii ki ben de her hevesli öğrenci gibi önce anladım, sonra hiç duymamış gibi antrenman yapmaya devam ettim! 😆
Zamanla fark ettim ki, sadece antrenman verilerine (mesafe, kalp ritmi vb.) odaklanıyordum ve koşuyu gerçekten anlamıyordum. O noktada davul çalışırken uyguladığım yöntemi devreye soktum: Yavaşlamak, tane tane ilerlemek ve en önemlisi, vücudumun el verdiği hızda öğrenmek. İşte o zaman koşudan gerçekten keyif almaya başladım.
"Easy koşu" kavramını tam olarak anladığın anı anlatır mısın? Bunu müzikte yavaş çalışmayla nasıl bağdaştırdın?
Sanırım bunu keşfettiğim an uzun bir koşu sırasında oldu. "Easy koşu" yapıyordum ama his olarak hiç de kolay gelmiyordu! Koşarken müzik dinlememeye çalışıyorum, böylece vücudumu daha iyi dinleyebiliyorum.
Hep duyduğum "Easy koşuda bir şarkı mırıldanabilir veya konuşabilirsin" fikrini denemeye çalıştım ama hızım yüzünden bu pek mümkün olmuyordu. O sırada fark ettim ki, programda yazan tempoyu bir "alt sınır" olarak algılıyorum ve o tempoya sadık kalmaya çalışıyorum. Halbuki bu veriler bir sınır değil, bir rehberdi.
Easy koşunun gerçekten "easy" olması gerektiğini, yani sadece teknik olarak değil, his olarak da rahat olmam gerektiğini anladım. Tıpkı müzikte yavaş çalışmanın, hızlanmadan önce teknik oturtmanın gerekliliği gibi.
Koşarken fark ettiğin en büyük mental alışkanlık ne oldu? Kendini zaman zaman bir yarışın içinde hissettiğini söyledin, bunu nasıl yönetmeye başladın?
O keşif koşularımdan birinde, antrenmanları kendim için değil, sen ve Okan için yaptığımı fark ettim. Sanki senin yazdığın programdaki değerlere ulaşamazsam başarısız olacağım ve hedefime varamayacağım gibi hissediyordum. Bu his, derinde küçük ama etkili bir ses gibiydi.
Bir de, ne kadar inkar etsek de, easy koşu sırasında biri yanımızdan hızla geçince hemen bir gaza gelme durumu oluyor! Ego devreye giriyor ve yarışma isteği doğuyor. Bu gibi anlarda kendime neden koştuğumu hatırlatmak benim için güzel bir mental egzersiz oldu. Zamanla bunun refleks haline gelmesini umuyorum! 😃
Bir hocayla çalışmaya nasıl karar verdin? Kendi başına da ilerleyebilirdin ama bu yolu seçmenin sebebi neydi?
Ben her zaman takım oyununa inandım. Küçüklüğümden beri basketbol oynadım, farklı spor dallarıyla ilgilendim ve müziğe başladım. Tüm bu süreçlerde gördüğüm şey, bireysel gelişimin tek başına mümkün olmadığıydı. Dışarıdan doğru ve güvenilir bir göz, insanı çok daha hızlı geliştiriyor.
Koşu, bedenimizi teslim ettiğimiz bir alan. O yüzden, beni benden iyi okuyacak ve gerektiğinde küçük ama etkili düzeltmeler yapacak birinin olması çok önemliydi. En başta, seninle geçmişten gelen arkadaşlığımız ve samimiyetimiz benim için büyük bir faktördü. Ama en önemlisi, hepinizin alanında inanılmaz bilgili ve başarılı eğitmenler olmasıydı. Bu yüzden, benim için bu işbirliği kaçınılmazdı! 😊
Antrenmanı kendin için yapmadığını, bir noktada başkaları için yaptığını fark ettin. Bu farkındalık sende nasıl bir değişim yarattı?
Bu sorunun cevabı biraz önce bahsettiğim mental alışkanlıklarla aynı aslında. Antrenmanları gerçekten "kendi iç motivasyonumla" yapmaya başladığımda, koşudan aldığım keyif de değişti. Artık sadece planlanan verileri yakalamaya çalışmak yerine, sürecin tadını çıkarmayı öğreniyorum.
Koşarken "rahat düşünebilmenin" önemini fark ettin. Bu, müzikte veya günlük hayatında sana yeni bir bakış açısı kazandırdı mı?
Kesinlikle! Koşarken rahat düşünmek, müzikte yavaş çalışmak gibi aslında. Günlük hayatta da bazen bir şeyi daha hızlı yapmak için acele ederiz, ama asıl verimli olan şey, onu sağlam bir temelde öğrenmek ve zamana yaymak. Koşu, bu anlamda bana büyük bir ders verdi.
Koşuya başladıktan sonra en keyif aldığın an hangisiydi? O anda ne hissettin ve bunu müzikle bağdaştıracak olsan nasıl tanımlardın?
İlk kez arazi koşusuna çıktığım gündü! Yağmur ve çamur içinde, tamamen doğayla baş başa olmak inanılmazdı.
Bunu müzikle bağdaştıracak olsam, stüdyoda uzun süre çalıştığınız bir şarkıyı, sahnede binlerce kişi önünde kusursuzca çaldığınız anın verdiği hisse benzetirdim. Her şeyin birleştiği, tam anlamıyla "akış" içinde olduğunuz o an!
Göksen Çınar
Yorumlar
Yorum Gönder